IŞİD’İN SANTA MARIA KİLİSESİ SALDIRISI VE TERÖRLE MÜCADELE BAĞLAMINDA DÜŞÜNCELER

İstanbul Sarıyer Büyükdere’de bulunan Santa Maria Kilisesi’nde 28 Ocak 2024’te pazar ayini yapıldığı sırada biri Tacik biri Rus vatandaşı iki kişi DAEŞ adına silahlı saldırı gerçekleştirdi.  Bu terör saldırısı, onca başarısız saldırı girişimi sonrasında 1 Ocak 2017 Reina gece kulübü saldırısından beri DAEŞ adına gerçekleşen ilk eylem niteliğindedir. Saldırganların Tacikistan ve Rusya uyruklu olması, son dönemde Türkiye’de de ciddi anlamda güvenlik riski oluşturan Işid Horosan (ISKP) yapılanmasına da işaret etmektedir.

a.Orta Asya radikalleşmesinden ISKP ağlarına

DAEŞ’in ülkemizdeki son saldırılardan Orta Asya radikalleşmesinin Türkiye üzerindeki güvenlik risklerini nasıl arttırdığını da görebiliyoruz. Ancak bu yeni bir fenomen olmayıp, uzun yıllardır biriken bir enerjinin dışavurumu niteliğindedir. 2015-2017 döneminde biriken Orta Asya kökenli YTS figürlerinin hâlâ Türkiye’deki DAEŞ hücreleri, gruplaşmaları üzerinde etkisi bulunmaktadır. İstanbul Ortaköy’deki Reina gece kulübünde 39 kişinin hayatını kaybettiği saldırının zanlısının da Özbekistan vatandaşı Abdulkadir Masharipov olduğunu hatırladığımızda ve 2017-2024 döneminde örgüt ile ilişkili birçok yabancının Tacikistan, Özbekistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan uyruklu eski klasik dernek gibi yapılanmalarından farklı örgütlenmeye, hücre tipi örgütlenmeye daha bir kaydığını da tarihsel izlekte görebiliyoruz.

Santa Maria Kilisesi saldırısının yapısına baktığımızda, ilginç bir manzara ile karşılaşmaktayız. Failler, Tacikistan ve Rusya vatandaşıdır, saldırıda kullanılan araç Polonya(PL) plakadır, saldırı silahı DAEŞ’in Türkiye’de gerçekleştirdiği birçok vahim saldırının aksine uzun namlulu silahlardan(AK-47 vs.) değil, klasik tabanca nevindendir. Ve saldırı hedefi olarak Katolik Hıristiyanların mabedi olarak bir kilise hedeflenmiştir. DAEŞ tarihsel olarak tüm saldırılarında genel olarak asker/polis gibi kamusal hedeflere, karşıt örgütlere PKK/HDP, MLKP etc. ya da solcu, ateist, seküler, LGBTİ+ gördüğü yapılara ve de Hıristiyan/Yahudi yapılarına saldırı planlaması içinde olmuştur. Bu saldırının, bir kırılma noktası olduğunu da söylemek mümkündür.

Yine ilginçtir ki, 2017 sonrası dönemde gerçekleşen bölücü/sol örgütlerinin bir dizi saldırısı [20 Nisan 2022 Bursa Cezaevi Aracı Saldırısı(MLKP), 26 Eylül 222 Mersin Saldırısı(PKK), 13 Kasım 2022 Taksim Saldırısı(PKK), 1 Ekim 2023 Ankara EGM Saldırısı(HPG) sonrası] sonrası da gerçekleşen ilk DAEŞ saldırısı olarak kayda geçmiştir ve de önleyici istihbaratın gelişkin mekanizmalarına rağmen engellenmemiştir. Oysa ki, benzer bir çok saldırı hazırlığında istihbarat ciddi başarılar elde etmişti. (Örnek olsun; 2017 yılı Mayıs ayında Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Merkezi’ne saldırı düzenleyeceği düşünülen ve RGD-5 el bombalar ile AK-47 silahlar temin ederek eylem hazırlığına başlayan ve fakat Ankara’nın Etimesgut ilçesi Yapracık Mahallesi’nde polis ekiplerince düzenlenen operasyonda polisle çatışmaya girerek ölü ele geçirilen Tacik uyruklu şahıslar… ayrıntılı örnekler için bknz: Av. ONUR GÜLER, Ortadoğu’yu Savunmak yahut IŞİD/HUKUKU, İstanbul: Step Ajans Matbaa, 2021, s.376-385)

Saldırının IŞİD tarafından yapılmadığını düşünenler, böylesi ‘’amatör’’(çok kişi öldürülmedi ve Kalaşnikof kullanılmadı diye olsa gerek!) saldırıları örgüte yakıştıramayanlar olsa da (Rus mafyası türü bir örgüt bu eyleme daha çok yakışıyor diyen Fehmi Koru gibi) örgütün resmi ve bağlayıcı kanallarında örgütün genel çağrısı üzerine bu saldırının gerçekleştiği vurgusu görülebilir. DAEŞ’in özellikle Suriye, Irak ve Türkiye gibi ülkelerde, eski günlerdeki gibi güçlü bir örgüt olmadığını da itiraf etmek gerekmektedir.

Yine ülkemizde Hanefilik-Matüridilik pompalaması yapmakla görevlendirilen ilahiyat kökenli sözde radikalleşme ‘’uzmanlarının’’ olayı Tacikistan’a yahut Orta Asya selefiliğine yahut genel olarak tekfirci-selefi dallanmalara indirgemesi de konuyu dar akademik ve mezhepsel saiklerle okumak anlamına gelecektir.

Bu saldırının DAEŞ davaları ve örgütün Türkiye’deki saldırı skalası açısından muazzam derecede istisnai ve ilginç bir saldırı olduğunu da söylemek gerekir. Önleyici istihbaratın yoğunlaşması, DAEŞ bağlamında silsile operasyonların yapılması büyük saldırıların önüne nisbi olarak ve şuanda geçmiş gibi gözükse de, Santa Maria Saldırısı’nda görüldüğü gibi Türkiye, MİT, TEM birimleri mutlak olarak terör saldırılarını hâlâ engelleyememektedir. Örgütün silah tedarikinde eskiye göre zor durumda olduğunu ve lojistik ağlarda kısıtlılık yaşandığını da söylememiz gerekir. Bu bağlamda, son dönemde IŞİD Horosan(ISKP) üzerinden bir dizi operasyonun yapılması ve Santa Maria Saldırısı’nın faillerinin de bu yapılanma ile ilişkisi, Orta Asya kökenli militanların ciddi güvenlik riskleri oluşturduğunu ve oluşturabileceğini göstermektedir. Bu konuda yine Türkiye, ‘’önleyici istihbaratı’’ araçsallaştırarak, Orta Asya kökenli İslâmcı /selefî/tekfirci figürleri -örgüt ile irtibatlı olsun olmasın– istihbarat aygıtı ile düşmanlaştırabilir, tahdit kodları ile damgalamak, giriş yasakları uygulamak gibi bir dizi idari işleme maruz bırakabilir. Yine yabancılar hukuku yönünden iki seçim arasında(14/05/2023-31/03/2024) ciddi düzeyde dozu arttırılmış sınır dışı etme politikası Orta Asya kökenli müslümanları da , bu saldırı bahanesiyle istihbari yönden yine olumsuz etkileyebilir.

b.SANTA MARIA SALDIRISININ HUKUKİ DEĞERLENDİRİLMESİ

Santa Maria Saldırısı’nın hukukî boyutuna bakıldığında ise, bu terör saldırısıyla ilişkisi olan şüpheliler Türk Ceza Hukuku açısından çeşitli suçlamalar ile önümüzdeki günlerde İstanbul terör ihtisas mahkemelerinde yargılanacaktır. Menfur terör saldırısı doğrudan vahim nitelikte olduğu için öncelikle devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma veya anayasayı ihlal(TCK md 302/309), tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi(TCK md 174), bir vatandaş hayatını kaybettiği için kasten öldürme (TCK md 82) ve sağ kurtulan kişilere yönelik ayrı ayrı kasten öldürmeye teşebbüs(TCK md 35) ve iş yerleri zarar gören kilise(vakfı vs.) yönünden mala zarar verme(TCK md 151), Polonya plaka aracın plakasında sahtecilik varsa resmî belgede sahtecilik(TCK md 205), 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun’a muhalefet gibi çeşitli suçlardan soruşturma ve kovuşturma süreçleri olacaktır.

Ve bu saldırıya iştirak düzeylerine göre [saldırganlara silah sağlayanlar, saldırı öncesinde barınma ve yeme-içme imkanı sağlayanlar, Polonya plakalı aracı temin edenler, saldırı sonrasında kaçmaya yardım edenler vs.] azmettirme, asli-müşterek faillik, yardım etme gibi kategorilerle muhtemel sair şüpheliler de davaya konu edilebileceklerdir.

Bilindiği gibi, TCK md 302 ve 309 açısından etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma olanağı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla, faillerin Türk Ceza Hukuku’ndaki en ağır ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacağı ve bu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının hükümlüler ölünceye kadar süreceği, yani 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107/16 delaletiyle koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanmayacağı görülmektedir.

c.SONUÇ YERİNE: ÖRGÜTÜN SERENCAMI VE YENİ DAEŞ RETORİĞİ

Genel olarak Türkiye’de DAEŞ yargılamalarını spesifik bir kategorizasyona tabi tutmak gerekiyor. Örneğin Niğde Ulukışla Saldırısı(2014) ile Reina Saldırısı(2017) arasında toplaşan büyük ölçekli saldırı dosyaları ve DAEŞ’in Suriye ve Irak gibi çatışma bölgelerinde güçlenişine koşut vasatta Türkiye’deki tekfirci-selefî gruplara dair eleman temini ve örgüte ‘’bağlantı noktası’’ olma iddiaları üzerinden giden dosyalar gibi DAEŞ dosyalarını belli bir içerikte ele alırsak, özellikle 2017/2019, 2019/2021, 2021 ve sonrası şeklinde çeşitlenen, kırılmalar yaşayan bir yargılama süreci var.

Özellikle örgütün yükselişi, Suriye ve Irak’taki toprak varlığını kaybetmesi, örgüt militanlarının kaybı ve militan eş, çocuklarının Hol ile Roj ve sair spesifik kamplara transferleri sonrası Türkiye’de de bu tarihsel süreci takip edecek içerikte TCK md 314/2 üzerinden açılan silahlı terör örgütü üyeliği dosyalarına şahit olduk.

Bu süreçte, Suriye ve Irak özelinde ilginç bağlantılar üzerinden kamu davaları açıldı. Örneğin, Hol ve Roj gibi kamplardan gelen DAEŞ militanı eşlerine -sonucu cezasızlık olarak okunabilecek beraat kararlıyla bitse de- çeşitli davalar açıldı. Daha sonra Bağdat Rusafa Cezaevi’nde bulunan bazı Türk kadınlar hakkında kamuoyu oluşturma çabası gündeme geldi. Birçok Türk ve yabancı şahıs, Hol ve Roj gibi kamplarda bulunan kadın ve çocuklara para transferi, kaçakçılık hizmetlerine aracılık gibi terörizmin finansmanı ve örgüte yardım gibi suçlarla suçlandı.

Yine bu süreçte, İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı terör arananlar listesinde kırmızı kategorinde olup yakalanan ilk DAEŞ unsuru olarak Kasım Güler, DAEŞ yargılamaları açısından bir kırılma noktası teşkil etti(2021). Kasım Güler’in MİT sorgusu ve Kasım Güler’in 21.06.2021 tarihli Ankara TEM Şube’de verdiği ifadede de görüleceği üzere, Türkiye Vilayet yapılanmasının dünü ve bugünü, IŞİD’in silahlı eylem planları ve Mektebu’l Furkan yeni yapılanması gibi konularda ciddi bir malzeme adli delil dökümantasyonu olarak IŞİD yargılamalarına etki etti. O kadar ki, Güler’den ele geçirilen Arapça/Rusça ve açık kaynakların istihbari ve adli eşik aşılarak dava dosyası haline getirildiği dijital malzeme, özellikle Rusça konuşan örgüt mensuplarına dair istihbari kıvılcımları da gösterdi.  Yine Mayıs 2023 döneminde yakalanan, aynı Kasım Güler gibi Türkiye Vilayet sorumlusu olan Şahap Variş örneğinde olduğu gibi, MİT ve TEM çalışmaları sonucunda Türkiye Vilayeti yapılanması henüz daha örgüt içi vilayet sistematiğindeki bürokratik kurumsallaşma ve gelişmeler tamamlanmadan sekteye uğratılmış oldu.

Bu yapılanmaya koşut olarak esasında Türkiye’de hem ‘’Vilayet’’ hem de IŞİD Horosan(ISKP) unsurları bağlantısı bağlamında faaliyetleri örgüt sürdürdü. IŞİD Horosan Türkiye yapılanması bağlamında da 2023 yılında muazzam bir kırılma noktası yaşandı. Örneğin ISKP sorumlularından üst düzey sorumlu Tacik A.G İstanbul’da tutuklandı (Şubat 2023). Ve 2015-2017 döneminden beri soruşturulan, yargılanan veya ülkeye yeni girip gelişmeye başlayan DAEŞ hücrelerine entegre olan bir çok figür, 2022-2023 döneminde ciddi operasyonlara maruz kaldı.

Bilindiği gibi tarihi Horosan coğrafyası üzerinden hilafet çağrısı yapan ve Taliban ile de savaşan ISKP, son dönemde ciddi bir güç kazandı. MİT’in istihbari çalışmaları ile Tacik, Özbek, Azeri, Kırgız, Rus şüphelilerin Afganistan bağlamında Türkiye’yi bir ‘’geçiş güzergahı’’, toplanma noktası edindiği iddiaları gündeme geldi. (Bu konuda İstanbul 28.Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kapsamlı yargılama hâlâ devam etmektedir.) Bu iddialar esasında, örgüt Suriye ve Irak gibi bölgelerde zayıflaması ve yer altına çekilmesine rağmen, yükselen ISKP yapılanması ile mücadele bağlamında terörle mücadele retoriği ve uyuyan hücreleri akamete uğratma önleyici politikası ile şekillendi.

Bu operasyonlar da gösteriyor ki; Türkiye’de 2014 yılından beri izi sürülen ve DAEŞ ile ilişkilendirilen Tacik, Özbek, Kazak, Azeri, Kırgız, Rus tekfirci-selefi figürler, artık ISKP adı altında soruşturulmaya başlanabilecektir. Ayrım gözetmeksizin her cihatçıya DAEŞ başlığı altında davalar açan savcılıklar, artık Orta Asya kökenli şüphelilere ISKP iddianameleri düzenleyebilecektir.  Çünkü Suriye ve Irak bağlamında örgütün hareketli yapısallığı, Afrika (Sahil Vilayeti) ve Horosan bölgesine kaymış durumda olduğundan, Türkiye’deki örgüt sempatizanları ve tekfirci- selefi Orta Asya kökenli yabancı gruplar da terörle mücadele bağlamında ve yeni DAEŞ dallanmaları, yapısallaşmaları bağlamında ISKP üzerinden soruşturulacak gibidir. Bu bağlamda artık, ISKP üyeliği, eleman temini, propagandası gibi renklendirilmiş terör suçlarıyla bolca karşılaşacağız.

Bilindiği gibi, artık tek bir IŞİD de yoktur, vilayet yapılanmasında görüldüğü gibi, dünyanın çeşitli bölgelerinde IŞİDLER vardır. Örneğin; Islamic State Wilayāh Khurasān (ISKP), Islamic State Wilayāh Hind (ISHP), Islamic State West Africa Province (ISWAP), Islamic State in the Greater Sahara (ISGS) gibi bölgesel örgütlenmeler var.

İslâmî eskatolojiye atıfla örgütün de çok kullandığı Horasan’dan siyah sancakların çıkış miti hadisiyle birlikte düşünüldüğünde, artık yeni ve güçlenen bir başkalaşmış DAEŞ retoriği ve sahnesi ile karşılaştığımızı, Türkiye’nin önleyici istihbarat ve terörle mücadelesinde bu yeni fenomenle yüzleşmesi gerektiğini söylememiz gerekiyor.

Ve yine Santa Maria Saldırısı’nın faillerinden olduğu iddia edilen ve İstanbul Tem Şube Müdürlüğü logosu önünde poz verdirtilen şüphelinin üstlüğünde yazan MUWAHHID kelimesinin işaret ettiği anlamı ve İslâmî terörün teolojik kökenlerini görmek umuduyla; Hepiniz ahlâk, vicdan ve terörist saldırıların önlendiği bir Ortadoğu ile kalın. Selamlarımla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir