Türkiye’de ciddi bir ahlâk ve hukuk sorunu bulunmaktadır. O kadar ki, Kıbrıs meselesi, Ermeni sorunu ve Kürt sorunu bile bu ‘’ahlâk’’ sorunu yanında küçük meseleler olarak değerlendirilebilir. Kendisini Kemalist, solcu, ateist, seküler vs olarak tanımlayan ve şahsiyetini bu ideolojik köklerle şekillendiren figürler, klasik dini sembollere ve kurumlara karşı nefret söylemi diyebileceğimi dışavurumlarda bulunabilmektedir. Yine İslâmcı, muhafazakar, sağcı, milliyetçi vs figürlerin de zaman zaman erken Cumhuriyet pratiklerini, Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef aldığı görülmektedir. Bu konuda özellikle son yıllarda da cumhurbaşkanına hakaret (TCK md 299), 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun kapsamında birçok gözaltı ve tutuklama yapıldığı malûmdur. Örnek olsun, ‘’Mustafa Kemal puttur’’ diyen bir şahıs 5816 bağlamında soruşturulup kovuşturulmakta, asliye ceza mahkemesinde yargılanmakta ve hatta ifade özgürlüğüne aykırı olarak cezalandırılmaktadır. Türkiye’de Mustafa Kemal’i ağır şekilde eleştirme özgürlüğü bulunmamaktadır. 5816 sayılı kanun, Mustafa Kemal’in hatırasına alenen hakaret etmeyi veya sövmeyi cezalandırmaktadır. Mukayeseli hukuk cephesinden, 5816 sayılı kanun ile TCK md 299 düzenlemelerinin sorunlu olduğunu söylemek gerekir. Ölmüş bir tarihsel şahsiyetin hatırasına hakareti, genel olarak kişinin hatırasına hakaret suçundan ve takibinden(TCK md 130 ve 131/2) hukuk tekniğini bükerek ayrı bir suç olarak düzenlemek suç politikası gereği doğru değildir ve de Kemalist rejim ideolojisinin ilginç bir tercihi olmuştur. TCK md 299 bağlamında ise, hakaret eyleminin suç olarak düzenlenmesi meşru bir amaca dayansa da, 1-4 yıl bandında bir hapis cezası belirlenmesi, insan hakları ve ifade özgürlüğü yönünden sorunludur. Yine birçok muhalif veya İslâmcı figür, TCK md 216, 217/A, 299, TMK md 7/2 vs kapsamında soruşturulmaktadır. Tekfirci-selefilerden muhafazakar İslâmcılara kadar birçok figür, Mustafa Kemal’e ana avrat sövmeyi bile ‘’dinen, ahlâken’’ savunabilecek bir mantık ile hareket etmektedir. Yine cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a belden aşağı küfürler etmeyi bile ‘’insan hakları’’ ile savunmaya çalışan bir seküler güruh da vardır. O kadar ki, Smirnoff votka ve enerji içeceğini camideki rahleye koyup 3200 cami var haydi beni bulun diye dalga geçen, provokatörlük yapan ruh hastası düzeyinde figürler bile çıkabilmektedir.
Ahlâkını ve şuurunu kaybetmiş bir muhayyel cemaatin/ulusun/Türk milletinin üyelerinin sorumluluk kaygısı olmaksızın her türlü ilginçliğe girebildiği bir tarihsel vasatta, İstanbul Barosu avukatlarından Feyza Altun ismindeki bir figürün, ‘’Şeriate sokayım’’ şeklinde nefret söyleminde bulunduğuna da şahit olduk.
Bilindiği gibi şeriat, Kur’ân’daki ayetlere, Hz. Muhammed’in sözlerine dayanan İslam kanunu; İslam hukuku anlamına gelmektedir.(TDK Sözlük) Yine şeriat, İslâm’a ait dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler bütünü anlamında bir terimdir.(TDV İslâm Ansiklopedisi) Feyza Altun ismindeki şahıs, Türkçe anlam-bilim ve dil bilgisi yönünden bakıldığında, ‘’Şeriate sokayım’’ derken aslında İslâm’a sokayım, İslâm hukukuna sokayım, İslâm kanununa sokayım demek istemektedir. Bunu kastetmediğini söylese de, kelimelerin terim anlamı ve Türk dili ortadadır. Sözde hukukçu, İstanbul Barosu avukatı ‘’feminist’’ bir kadın tarafından kullanılan bu ‘’eril’’(sokmalı, çıkarmalı vs.) dilin Türkiye’nin düştüğü ahlâkî garipliğin de resmi olarak ibretlik bir değeri vardır.
2024 yılında, Kemalist/seküler vs feminsit bir avukat, hiç utanmadan ‘’Şeriate sokayım’’ diyebilme özgürlüğünü kendisinde bulabilmektedir. Bu durum, ibretlik bir düşüşü ifade etmektedir. Ve Feyza Altun’un eğer TCK md 31/1-2 bağlamında ağır bir rahatsızlığı yoksa, varoluşundaki İslâm düşmanlığını, kamu barışını bozmak için çırpınan bir figür oluşunu ve feminist olmasına rağmen ‘’sokayım’’ diyebilecek kadar kendisiyle çelişen tuhaf bir varlık olduğunu da göstermektedir.
OnlyFans’ta kadın etini müstehcen şekilde tüketici ile buluşturan modern ve elit proto-fuhuş satıcılarının avukatlığını yapanların şeriate küfretmesi elbette ki şaşırtıcı değildir. Lakin, Türkiye’de kutsallara bu derece rahat sövebilme sözde hakkını ‘’insan hakları’’, ‘’laik Cumhuriyet savunusu’’, ‘’ifade özgürlüğü’’ gibi maymuncuklarla aşmaya çalışma ikiyüzlülüğü de ahlâken ve hukukun anlamını yitirmiştir. Hele hele ‘’Şeriate sokayım’’ diyen bir kadını anayasal düzeni savundu diye soruşturuluyor diye savunmak, ibretlik bir ideolojik savruluş olduğu gibi karakter bozukluğu düzeyinde psikolojik rahatsızlıklara da işaret etmektedir.
Feyza Altun örneği tarihsel süreç gereği parlatılmış olsa da, o ve onun gibiler, laik Cumhuriyet/Kemalist rejim gibi retoriklerle İslâm düşmanlığı yapanlar, -hukuken hiçbir suç oluşturmamasına rağmen(Evet Türk hukukuna göre şeriat istemek suç değildir!)- şeriat isteyenlere hakaretlerde bulunanlar, ‘’Yallah Arabistan’a’’ diye aşağılayanlar ve ‘’SOKARIM, SİKERİM’’ diye eril küfürler edenler, elbette ki Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin geri kalma süreçlerinde oynadıkları roller ile kötülerin/ahlâksızların/teolojik dil ile söylersek kâfirlerin saflarında raks etmeye devam edeceklerdir.
Feyza Altun- tutuklansın yahut konutu terk etmemek şeklinde adli kontrol hükümleriyle soruşturulsun önemi yoktur– ,Kemalist/laik/feminist Türk kadınının ahlâken ne derece ilginç bir seviyeye düştüğünün adeta resmidir.
‘’Mustafa Kemal’e sokayım’’, ‘’Recep Tayyip Erdoğan’a sokayım’’ demek ne derece ahlaksız ve ‘’insan onuruna’’ sahip bir varlık tarafından söylenmemesi gereken iğrenç bir söz ise, ‘’Şeriate sokayım’’ diyen sözde hukukçu feminist bir avukatın hali de o derece ahlâksızcadır.
Hukuki açıdan ise somut olaya, TCK md 216/3 bağlamında bakmak gerekir. X(Twitter) hesabında yaklaşık 1 milyon takipçisi olan bir kişinin, Türkiye gibi halkının büyük bir kesimi olan Müslümanların benimsediği dini değerleri ‘’ŞERİATE SOKAYIM’’ diyerek alenen aşağılaması, kamu barışını bozmaya da elverişli olduğundan ve ciddi bir somut tehlike meydana getirdiğinden dolayı, teşdiden cezalandırılması adaletin gereği olsa gerektir. (Bknz: TCK md 216/3: Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır)
Filhakika, uzunca bir zamandır Türkiye ahlâkını ve ruhunu kaybetmiştir. Şeriate sokmak isteyen feminist/Kemalist/seküler sözde avukat, bunun sadece bir dışavurumudur. Ahlâkını kaybeden toplumlarda hukuk, sadece ihtilafa bir duvardır. Ve bu duvar, kimseyi koruyamamaktadır.
Doktor, avukat, siyasetçi olmadan önce ‘’ahlâk, vicdan ve insan onuru’’ ile kalın…
Selamlarımla.
Güler Hukuk Bürosu/19.02.2024