ALPARSLAN KUYTUL GRUBU, POLİS ŞİDDETİ VE BAŞKA ORTADOĞUSAL ŞEYLER HAKKINDA

Emniyet güçleri ve Türk yargısı tarafından birçok kez çeşitli idarî ve adlî işlemlere konu edilen Furkan Vakfı/Alparslan Kuytul bağlantılı grup ve figürlerin son günlerde teo-politik söylemleri ve toplantı/gösteri yürüyüşleri sebebiyle ilginç polis müdahalelerine maruz bırakıldığına tanık olunmaktadır. Yine bu süreçte, üst düzey bir devlet memurunun Alparslan Kuytul ismindeki şahsa ”(…) kökü dışarıda olan bir adam, şaklaban” gibi hakaretler etmesi gündeme gelmiştir. Ve hatta Cumhur İttifakı’nda bulunan bir partinin genel başkanının mezkur grubu ‘’Müslüman görünümlü bir avuç münafık’’ olarak nitelendirmek suretiyle ilginç bir politik dışlayıcı retorik gündeme getirmesi de düşündürücü olmuştur.

Furkan Vakfı/Alparslan Kuytul merkezli politik, hukukî ve teolojik gerilimler ilginç bir fenomen oluşturmaktadır. Alparslan Kuytul merkezli Furkan Vakfı Grubu, Türkiye’deki muhalif dinî figürler ve oluşumlar arasında bulunan en ilginç ve sui generis yapılardan birini teşkil etmektedir. Öyle ki, bu yapı ‘’tekfirci-selefî’’ bir dallanma olmasa da, iktidar karşıtı ve teo-politik eleştiri yoğunluğu içeren bir yol oluşturmaktadır. Hatta bu sebeple, birçok tarikat/cemaat ve el-Kaide/HTŞ/DAEŞ gibi örgütsel oluşumlar tarafından dışlanmaktadırlar. Denebilir ki, Furkan Vakfı Grubu ve lideri Alparslan Kuytul’un savunduğu birçok dinî fikrin tartışmalı olduğu ve hatta gayri-İslâmî unsurlar içerdiğine dair eleştirilerin varlığı izahtan varestedir. Ancak mezkur yapı -söylemlerini İslam’a atfederek- eleştirel ve aktif politik bir muhalif uçlanma ve hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yapısına karşı ağır bir başkaldırı arz etmektedir. Bu sebeple de, T.C üst düzey yönetimi iradesi tarafından ‘’Türkiye düşmanlığı’’ ile dahi itham edilmektedir. Bu durum bile, başlı başına tuhaf bir dinî-politik gruplaşma çekiciliği ve yapının hareket tarzı(modus operandi) açısından kendine özgülüğünü gündeme getirmektedir.

Bu politik vasatta denebilir ki, Furkan Vakfı Grubu’nun yaşadığını iddia ettiği çeşitli mağduriyetlere karşı politik bir ifade özgürlüğü olarak gerçekleştirdiği toplantı ve gösteri yürüyüşlerine karşı Türkiye Cumhuriyeti kolluk kuvvetlerinin usul ve yasaya aykırı müdahaleleri de Türkiye’nin 15/07/2016 sonrası sistematik olarak uzaklaş(tırıl)dığı hukuk devleti ilkesinden bir sapma niteliği arz etmektedir.

Bilindiği gibi herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, bireylerin düşünce açıklamalarında bulunmak amacıyla açık veya kapalı mekânlarda bir araya gelebilme serbestisini korumaktadır. Söz konusu hak, ifade özgürlüğü ile birlikte demokratik toplumun temelini oluşturmaktadır. İfade özgürlüğünde olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı da sadece toplumun geneli tarafından savunulan ve kabul gören görüş ve fikirleri korumakla yetinmez. Bunun haricinde toplumun genelini rahatsız edebilecek, endişelendirecek hatta şoke edecek veya onların belirli düzeyde tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebilir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanarak toplanan insanların ileri sürdükleri fikirler bu fikirlere katılmayan diğer insanları rahatsız edebilir ve onların tepkilerini çekebilir. Ancak burada önemli olan söz konusu hakkın -tüm bu rahatsızlığa rağmen- barışçıl bir şekilde kullanılmasıdır.

(AYM, 2020/12 esas ve 2020/46 karar, 10/09/2020 tarihli kararı; Yasin Agin ve diğerleri başvurusu, 21/1/2021 tarihli AYM kararı)

Yine bilindiği gibi;

‘’Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.’ PVSK md 16/1-2

‘’Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçu, toplantı ve gösteri yürüyüşünü tertip edenlerin işlemesi halinde, bu fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında artırılarak hükmolunur’’ 2911 sayılı kanun md 32

Filhakika; gerek PVSK gerek de 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu md 32 kapsamında, polisin kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşü durumunda, [ihtara rağmen dağılmamanın yani toplu olarak sergilenen pasif direnmenin ‘’suç’’ sayılması ihtimalinde zor kullanılması halinde bile] Furkan Vakfı Grubu eylemlerine yapılan polis müdahalesi de usul ve yasaya aykırılık arz etmektedir.

Sosyal medya ve bazı haber kaynaklarına yansıdığı haliyle, herhangi bir şiddet veya terör eyleminde bulunmayan, silahsız ve savunmasız Furkan Vakfı Grubu üyelerine/sempatizanlarına karşı polis tarafından ‘’tekmelemek, silahtan sayılan jop ile joplamak, göz yaşartıcı gaz sıkmak, ailesi/eşi önünde kişilere aşağılamada/hakarette bulunmak’’ gibi bir dizi suç niteliğinde eylem gerçekleştirildiği görülmektedir.

Hatta polisin bu orantısız ve hukuka aykırı müdahaleleri, Türk siyaset ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen 28 Şubat dönemini ve o dönemde başörtülü kadınlara laik ve seküler iktidarının etkisiyle müdahale eden sözde kolluk görevlilerini yeniden hatırlamamıza sebebiyet vermiştir. Ve fakat bu sefer hareketin miktarı olan zamanın çarkları bizleri ‘’başörtülü bir polisin muhalif muhafazakar başka bir başörtülü vatandaşa karşı orantısız güç kullanması’’  sahnesine çıkarmak suretiyle dönmüştür. Böyle bir durum, Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve siyasal İslam açısından da ilginç kırılma ve dönüşüm örneği teşkil etmektedir.

Alparslan Kuytul ve Furkan Vakfı Grubu merkezinde gündeme gelen dinsel, politik ve hukukî tartışmalar örneğinde de görülebildiği üzere, Türkiye’de kolluk ve yargı pratikleri, hukuk devleti ilkesi, ahlâk ve vicdan anlayışı ile insan hakları geldiği seviye itibarıyla düşündürücü bir hal almıştır.

Sözlerimi Maraşlı Meftunî’nin bir türküsüyle bitiriyorum.

‘’Ya şahinsin ya da serçe değişmedin bin yıllarca/Meftuni’yim milyonlarca sürünmemiz ayıp bize’’

Av.Onur Güler

23-03-2022

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir